20.03.2012

NE ALIRSAN 1 LİRA

Cumhuriyet döneminden 1950’lere kadar olan reklâmları incelediğimizde; reklâmların dilinin çok yalın olduğunu ve saygınlık içerdiğini zannedebiliriz. Öyle ki: ürün tanıtımlarında genellikle “Israrla İsteyiniz” ve “Tükenmeden Alınız” ibarelerine sıkça rastlıyoruz. O dönemin konuşma adabının bu olduğunu düşünsek de asıl olan paylaşım ruhunun zirvede olduğudur. Kolektif mutlulukların olduğu ve kişisel çıkarların olmadığı durum söz konusudur. O yıllarda devletin insanları mutlu kılma yöntemi çoğunlukla toplumun belirli kesimlerine yönelik harcamalardır.
İkinci dünya savaşı sonralarında oluşan akım ise bunun tam tersidir. Kişisel çıkar güdüsünün zirveye oturtulmak istendiği, insanların mutlu olmasının ancak daha fazla mal ve hizmet tüketimi ile mümkün olduğu görüşüdür. 1950’lerden günümüze kadar, aslında yıkıldı denilen, kapitalizmin en büyük kanıtı PEPSİ firmasının hiç değişmeyen sloganında gizlidir: “Daha fazlasını iste”. Daha fazlasını iste, asıl husus ise; “sen” iste. Kişiyi bulunduğu toplumda rekabete sokmak; gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülke vatandaşlarına daha fazla mal satmak isteyen kapitalistlerin yegâne amacıdır. Batılı devletler mallarını satmak için ellerinden her şeyi yaptılar. Hatta mal satacakları toplumu kendi kültürleriyle çevrelediler. Mal satacakları toplumun kültürlerini yaşayış biçimlerini kendilerinki ile aynı seviyeye getirmeye çalıştılar. Bundandır ki; 1950’lerde Amerikalı ve İngiltereli otomobil şirketleri ülkemize daha fazla otomobil satabilmek, onu bir ihtiyaç haline getirebilmek adına ülkemizde binlerce km asfalt yol inşa ettiler.
Şu anda dünya üzerinde sayılı komünist rejim ekonomilerinin başında gösterilen üretim devi Çin’i irdeleyelim. Şüphesiz ki ekonomik ve demagojik yapısı itibariyle Çin, komünist rejimle idare edilmektedir. Pratikte ise; ABD’den bile daha fazla kapitalisttir. J.Baptiste Say tarafından dile getirilen ve ekonomi biliminin mahreçler yasası olarak bildiği “Her arz kendi talebini yaratır” sözünü incelemekte bu aşamada fayda var. Bize verdiği mesaj şu: Siz ne üretirseniz üretin, onu piyasaya sürün mutlaka alıcısı çıkacaktır. Çin 2000’li yıllara kadar ya batılı markaların fason üretimini yapıyordu ya da yine batılı markaların korsan/sahte ürünlerini üretiyordu.
2000’li yıllarla birlikte Çin kendi markalarını yaratabileceğini hatta yeni şeyleri icat edip bunu sıkı bir pazarlamaya ihtiyaç duymadan geri kalmış ülkelere satabileceğini fark etti. 2000 senesinden beri çarşıya her çıktığımızda yeni bir Çin malı ürünle karşılaşır olduk. İhtiyacımız olduğundan değil, sadece fiyatı ucuz olduğu için ülkece, o ürünlerden milyonlarca aldık. Sadece bir ithalatçı 2008–2010 yıllarında Türkiye’de üç milyon adet ışıklı çakmak satmış. Son beş yılda buzdolapları için satılan süs magnetleri ülke nüfusumuzun 4 katı. Denge bilekliği adıyla 40–50 TL’ye satılan bilekliklerin Çin malı versiyonu bir milyon adetten fazla satılmış ülkemizde. Dengeye gelebilmek için mi satın aldık peki? Hayır, ucuz oldukları için. “Fiyatı ucuzken alayım, belki bir gün lazım olur.” Bu düşünceyle alınan malların %90’ının bir yıllık zaman zarfında çöpe atıldığı Ankara Ticaret Odası’nın Çin malları raporunda açıkça belirtiliyor.
Batılı ülkelerin daha çok mal satmak adına değiştirdiği kültürümüz ve çıkar güdülerimiz, şimdilerde Çin tarafından alenen kullanılıyor. 1950’lerden itibaren her bireyin aklına kazınmış “daha fazlasını iste” sloganı ise; bunun en açık örneği.

Aslında bize yerleşen olgu ise tam olarak şu: Ne alırsan 1 Lira mağazasına gireriz ve Traktör lastiklerinin 1 TL olduğunu görür hayrete düşeriz. Alelacele traktör lastiklerini satın alır evimize getiririz. Yüzümüzde ve yüreğimizde koskoca traktör lastiklerini 1'er liradan almanın derin memnuniyeti.


Gerçek ise şu: Bizim hiç traktörümüz yok!

Hiç yorum yok: