1.04.2012

Ben Şirket Kombisi Kullanıyorum Zam Beni Bağlamaz

Haftalardır büyük bir yaygara: Petrolün varil fiyatı sürekli artıyor. Yapılan zamlar petrolün varil fiyatındaki oransal artışın 3-4 katı olarak yansıyor tüketiciye. 3 haftalık periyotta bir depo benzinde 12.5 TL artış var dedik; ama Aralık ayının son haftasından bu yana gelen zam bir depo benzin için 20TL’dir.
Peki, neden sessiz kalınıyor? Büyük üreticiler yapılan zamlar için hükümeti karşılarına alıp menfaatlerinden vazgeçmek yerine sürekli ürün fiyatlarına zam yapıp, tüketicilerin sırtına yüklüyorlar maliyeti. Denilebilir ki “hemşerim sen de git başkasından al malı”. Doğrudur 2004 öncesine kadar denilebilirdi; ama 2004 ve sonraki yıllarda uygulanan yanlış özelleştirme politikası büyük şirketleri TEKEL konumuna getirdi. Yani, istersen alma(!)
Bireysel duyarsızlık nerde başladı peki? Onu da ifade edelim, kaynağı bizim olmayan bir fosil yakıta bağlı olarak çalışan araçlarımız var. Bu yüzden küresel olarak yaşanan fiyat dalgalanmaları konusunda elden bir şey gelmez. Bu noktada yapılacak şey petrolün varil fiyatına üç hafta içinde gelen 5 dolarlık artışın, tüketiciye 10–15 dolar civarında yansımasının eleştirilmesidir. İşin aslı şu: Türkiye’de ekonomi bilen muhalefet partisi yoktur. Hükümetin yanlış ekonomi politikasını eleştirecek ya da çözüm üretecek tek fikirleri yok. Açın televizyonu izleyin zamlara verilen muhalefet tepkilerini: Fakire yazık da, insanlar geçinemiyor da. Hemşerim zaten o olayın sonucu. Sen çıkacaksın bilimsel dille konuşup eksikleri dile getirip çözüm üreteceksin. Çözüm üretmekten ve sorunun kaynağından bihaber isen, bilim adamlarına akademisyenlere soracaksın.
Dün itibariyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca elektrik ve doğalgaza zam yapıldı hayırlı uğurlu olsun. Elektriğe %8.1 doğalgaza ise %18.72 zam yapıldı. Ülkemizde elektrik ve doğalgaz ne yazık ki zorunlu birer girdi olarak görülmüyor. Yani biz öyle olarak görüyoruz da devlet görmüyor. Eğer görseydi, elektrikten ve doğalgazdan özel tüketim vergisi almazdı. Elektriğe ve doğal gaza yapılan zam, enerji sağlayıcılarımızın birim fiyat olan kilowatt ve metreküp cinsinden yapılan zamdır. Birim fiyata yapılan %8.1 elektrik zammı faturamızın toplam tutarına yaklaşık (ÖTV ve KDV dâhil) %11 zam olarak karşımıza çıkacak. Doğalgaza yapılan %18.72 oranında zam ise (ÖTV ve KDV dâhil) %24,41 olarak faturamızın toplamına yansıyacak.
Enerji fiyatlarına zam yıllık ortalamalarda ve ortalama türlerde (Kömür, benzin, doğalgaz vb.) %20’yi aşacak ve göreceksiniz enflasyon yine %10’un altında çıkacak. Kışın kar zinciri fiyatına, yazın domates fiyatına bağlı ağırlıkta hesaplanan mükemmel(!) bir enflasyon sepetimiz var çünkü. Maaşımızın/servetimizin bu yıl da reel değeri %10'un üzerinde aşınacak yani.
Benzine yapılan zamlardan sonra “Ben zaten hep 50TL’lik alıyorum zam beni etkilemiyor” kafasındakilerle, “Ben zaten şirket aracı kullanıyorum, benzin zammı bizi etkilemiyor” kafasındakilerin duyarsızlıkları yeni zamların da devlet tarafından kolayca uygulanmasını sağlayacak zaman içinde.
Bu süre içinde "Ben Şirket Kombisi Kullanıyorum Zam Beni Bağlamaz" diyenlerin de çıkmaması olanaksız!

28.03.2012

Bisiklete Binin Benzin Gerektirmez


Maliye bakanına benzin zamları ile ilgili soru sorulunca: "Bisiklete binin benzin gerektirmez" dedi. Yüzündeki sırıtmayı da kelimelerle ifade etmek olanaksız, bilen bilir.

Türkiye'de 75.000 makam otosu olduğu devletin istatistik kurumunun kendi rakamı. Bu sayıya idari işlerde kullanılan husisi otomobilleri de katarsak (Devlete ait ağır iş makinaları ve diğer sınıf araçlar hariç) 125.000 hususi otomobil ediyor. Ortalama kullanım değerleriyle aylık bazda 125.000 depo benzin demek. Devlet kurumları harcamaları masrafa geçip ödenek aldığı için o benzin alımlarından bir gram vergi geliri elde edilemiyor, bilakis 125.000 depo benzin devletin rafinerisine zarar olarak yazılıyor her ay. Devlet bir şekilde çıkarmak için yine vatandaşın sırtına yükleniyor.

Son 1 ayın petrol fiyatlarına bakıldığında yükseliş trendi göstermediğini söylemek saçma olur. Küresel bir dalgalanma söz konusu, evet. Asıl sorun en kaliteli Brent petrolü varil olarak 5$ arttığında (ki 1 varil 180 litredir) litre başına maliyet 5 kuruş artar. Rafineri payıyla birlikte litre başına benzin ya da mazotta 7 kuruş yapar. Hadi devletimiz %50 cebe atacak "10 kuruş" olsun 1 aylık maliyet artışı. Üç hafta içinde yapılan 3. benzin zammı ile karşı karşıyayız. Toplamda 25 kuruş eder. Devlete ve özel şirketlere ait rafinerilerin 10 kuruş maliyet artışı, 25 kuruş olarak tüketiciye yansıyor. 25 kuruş ufak bir para gibi gelebilir 50 litrelik bir benzin deposunda her depo için 12.5TL daha fazla ödemek anlamına gelir. Bunun 5TL'si gerçekten artan petrol fiyatlarından kaynaklı geri kalan 7.5TL'si devletin kasasına. Milyonlarca araç olduğu düşünüldüğünde hiç de azımsanacak bir para değil. ABD'de benzin fiyatı TL cinsinden 2.65TL'ye çıktığı için bir haftadır yer yerinden oynuyor, bizde 4.75 oldu maşallah sakiniz(!)

Maliye bakanının: "Bisiklete binin benzin gerektirmez" lafına gelince... Biz gocunmayız gerekirse bisiklete de bineriz de,siz Japon bakanlar gibi bisiklet kullanarak parlamentoya gidebilir misiniz? Dünyanın en pahalı benzinini neden biz kullanıyoruz size söyleyeyim. Espri yeteneği müthiş bakanlarımız 5.000CC motor hacmindeki araçlara rahatça binsin diye.125.000 kamu aracı rahatça fink atsın diye (Polis otoları vb. bu sayıya dahil değildir) Bisiklete de gönül indiririz de atılan pedal başına vergi geleceğinden korkarız. Benim teklifim bisikletten vergi alınacağına, sele'si çıkarılsın onun yerine, ikisi de aynı şey neticede.

Aslında elektrikli otomobil, hybrid ya da hidrojen sistemli araçlar üzerinde de çalışılmasın boşuna: Bize "Bakan Esprisi ile çalışan" otomobil lazım!

20.03.2012

NE ALIRSAN 1 LİRA

Cumhuriyet döneminden 1950’lere kadar olan reklâmları incelediğimizde; reklâmların dilinin çok yalın olduğunu ve saygınlık içerdiğini zannedebiliriz. Öyle ki: ürün tanıtımlarında genellikle “Israrla İsteyiniz” ve “Tükenmeden Alınız” ibarelerine sıkça rastlıyoruz. O dönemin konuşma adabının bu olduğunu düşünsek de asıl olan paylaşım ruhunun zirvede olduğudur. Kolektif mutlulukların olduğu ve kişisel çıkarların olmadığı durum söz konusudur. O yıllarda devletin insanları mutlu kılma yöntemi çoğunlukla toplumun belirli kesimlerine yönelik harcamalardır.
İkinci dünya savaşı sonralarında oluşan akım ise bunun tam tersidir. Kişisel çıkar güdüsünün zirveye oturtulmak istendiği, insanların mutlu olmasının ancak daha fazla mal ve hizmet tüketimi ile mümkün olduğu görüşüdür. 1950’lerden günümüze kadar, aslında yıkıldı denilen, kapitalizmin en büyük kanıtı PEPSİ firmasının hiç değişmeyen sloganında gizlidir: “Daha fazlasını iste”. Daha fazlasını iste, asıl husus ise; “sen” iste. Kişiyi bulunduğu toplumda rekabete sokmak; gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülke vatandaşlarına daha fazla mal satmak isteyen kapitalistlerin yegâne amacıdır. Batılı devletler mallarını satmak için ellerinden her şeyi yaptılar. Hatta mal satacakları toplumu kendi kültürleriyle çevrelediler. Mal satacakları toplumun kültürlerini yaşayış biçimlerini kendilerinki ile aynı seviyeye getirmeye çalıştılar. Bundandır ki; 1950’lerde Amerikalı ve İngiltereli otomobil şirketleri ülkemize daha fazla otomobil satabilmek, onu bir ihtiyaç haline getirebilmek adına ülkemizde binlerce km asfalt yol inşa ettiler.
Şu anda dünya üzerinde sayılı komünist rejim ekonomilerinin başında gösterilen üretim devi Çin’i irdeleyelim. Şüphesiz ki ekonomik ve demagojik yapısı itibariyle Çin, komünist rejimle idare edilmektedir. Pratikte ise; ABD’den bile daha fazla kapitalisttir. J.Baptiste Say tarafından dile getirilen ve ekonomi biliminin mahreçler yasası olarak bildiği “Her arz kendi talebini yaratır” sözünü incelemekte bu aşamada fayda var. Bize verdiği mesaj şu: Siz ne üretirseniz üretin, onu piyasaya sürün mutlaka alıcısı çıkacaktır. Çin 2000’li yıllara kadar ya batılı markaların fason üretimini yapıyordu ya da yine batılı markaların korsan/sahte ürünlerini üretiyordu.
2000’li yıllarla birlikte Çin kendi markalarını yaratabileceğini hatta yeni şeyleri icat edip bunu sıkı bir pazarlamaya ihtiyaç duymadan geri kalmış ülkelere satabileceğini fark etti. 2000 senesinden beri çarşıya her çıktığımızda yeni bir Çin malı ürünle karşılaşır olduk. İhtiyacımız olduğundan değil, sadece fiyatı ucuz olduğu için ülkece, o ürünlerden milyonlarca aldık. Sadece bir ithalatçı 2008–2010 yıllarında Türkiye’de üç milyon adet ışıklı çakmak satmış. Son beş yılda buzdolapları için satılan süs magnetleri ülke nüfusumuzun 4 katı. Denge bilekliği adıyla 40–50 TL’ye satılan bilekliklerin Çin malı versiyonu bir milyon adetten fazla satılmış ülkemizde. Dengeye gelebilmek için mi satın aldık peki? Hayır, ucuz oldukları için. “Fiyatı ucuzken alayım, belki bir gün lazım olur.” Bu düşünceyle alınan malların %90’ının bir yıllık zaman zarfında çöpe atıldığı Ankara Ticaret Odası’nın Çin malları raporunda açıkça belirtiliyor.
Batılı ülkelerin daha çok mal satmak adına değiştirdiği kültürümüz ve çıkar güdülerimiz, şimdilerde Çin tarafından alenen kullanılıyor. 1950’lerden itibaren her bireyin aklına kazınmış “daha fazlasını iste” sloganı ise; bunun en açık örneği.

Aslında bize yerleşen olgu ise tam olarak şu: Ne alırsan 1 Lira mağazasına gireriz ve Traktör lastiklerinin 1 TL olduğunu görür hayrete düşeriz. Alelacele traktör lastiklerini satın alır evimize getiririz. Yüzümüzde ve yüreğimizde koskoca traktör lastiklerini 1'er liradan almanın derin memnuniyeti.


Gerçek ise şu: Bizim hiç traktörümüz yok!